
TED Mersin Koleji Özel Lisesi Erkek Yüzme Takımı TÜRKİYE 2.’Sİ!
23 Eylül 2019
TED Mersin Koleji’nden Yüzme Milli Takımlarına 2 Sporcu Daha!
23 Eylül 2019
İklim değişikliği sorununa duyarsızlığa çok güçlü bir tepki…
Ya da liseli aktivist Greta Thunberg’e TED Kolejleri’nin 31 bin öğrencisinden harika bir yankı…
Lise Müdürümüz Savaşkan İlmak, ‘İklim Değişikliğe Karşı Okul Grevleri’ etkinliğinde kelimenin tam anlamıyla bizi yüreğimizden vuran harika konuşmayı* yapan öğrencimiz Mert Coşkun’la söyleşti…
Savaşkan İlmak: Sevgili Mert, grevin buğusu henüz üzerinde, elbette seninle ne hakkında konuşmak isteyeceğimi tahmin edersin…
Mert Coşkun: Elbette müdürüm. Bu sabah saat 10.30’dan 11.00’a kadar süren grev ve bu grevdeki rolüm hakkında konuşmak istediğinizi düşünüyorum.
S.İ: Evet; tekrar kutluyorum seni. Manifesto olabilecek bir konuşmaydı.
Toplumların ya da yetişkinlerin, dünyayı yönetenlerin diyelim, iklim değişikliğini önleyebilecek radikal önlemleri ağırdan aldığını düşünüyoruz ve sen de bu bağlamda ‘ızdırap duyan duyarlı insanların’ duygularını dile getiren harika bir konuşma yaptın. Konuşman çok anlamlıydı, çok çarpıcıydı ve çok da kışkırtıcıydı. Metnini hazırlarken nelere odaklandın?
M.C: Günlük hayatta hemen her insanın kişisel sıkıntıları vardır, zengin ya da fakir ayrımı gözetmez bu sıkıntılar. Görecelidirler, büyük ya da küçük olabilir, farklı insanları farklı şekillerde etkileyebilirler. Hepsinin ötesinde, bir de tüm insanların bilincinde olması gereken sorunlar vardır. Konuşmamı hazırlarken, hemen her gece uykularımı kaçıran, hemen her gün düşüncelerimi işgal eden bu ölümcül sorunlara odaklandım. Dünyamızın kaderindeki o karamsar belirsizlik destek noktam olurken, büyüklerimizin açgözlülüğü hırsımı perçinledi ve kalemimi keskinleştirdi. Hiçbir cümleyi yazarken duraksamadım, yazdığım hiçbir şeyi silmedim. Yazdığım her şey, fırsatım olsa dünyayı sözde yönetenlerin yüzlerine bağırarak söyleyeceğim şeylerdi.
S.İ: Konuşmanın bir yerinde ‘Siz ise endüstrinin gücüyle, yaşarken dünyayı yok ettiniz’ dedin. Bu dünyalıların esasında çok kutsadığı endüstriyel birikime dönük bir itirazdı ve bizim kuşağın ifadesiyle ‘çok manidârdı’. Ama senin kuşağın açısından bakalım; cümlelerine gizlediğin o düşünceler, senin sergilediğin duyarlılık düzeyinde ele alınıyor mu? Kuşağının bu olaya genel yaklaşımı nasıl?
M.C: “Z kuşağı”nın ateşli bir üyesi olarak şunu söyleyebilirim ki henüz pek çok yaşıtım dünyayı gerçeklerin aynasından bakarak göremiyor. Ülkelerinde yaşananlardan uzaklar, tepkisizler, çekingenler. Ama buraya bir kelime ekleyerek anlamı tamamen değiştirebiliriz: Şimdilik. Kuşağımız farklı doğdu, farklı büyüdü ve farklı yaşlanacak. Bizden öncekilerin hatalarını yapmaya hiç niyetimiz yok ve sizi temin ederim, vakti gelip de dünyanın iplerini elimize aldığımızda, eğer o zamana kadar sevgili büyüklerimiz “Dünya” diye bir yer bırakırsa, her şey çok ama çok farklı olacak.
S.İ: Çoğu konuda olduğu gibi bu sorun karşısında da bizden daha duyarlısınız, bu çok net değil mi?
M.C: Kesinlikle. Tevazu bir kenara, her nesil bir öncekinden daha iyidir. Neslimin gözü yavaş yavaş açılıyor, dünyayı görmeye yavaş yavaş başlıyorlar ama bu sözde yavaş süreç bile bizden öncekilerin kavrayamayacağı kadar hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. Daha zeki olacağız, daha atılgan olacağız, daha duyarlı olacağız, daha adil, daha duygusal; buna rağmen daha mantıklı olacağız.
S.İ: Dünyanın dört bir yanındaki okullarda ve tüm TED Kolejlerinde gerçekleşen ‘İklim Değişikliğine Karşı Okul Grevleri’ etkinliğinin dikkate değer bir farkındalık yarattığını düşünüyorum; ama bu yeterli olmayacak. Sonra ne olmalı? Sizi kimin duymasını ve ne yapmasını bekliyorsunuz?
M.C: Çocuklar ve gençler olarak -ebeveynlerimizin yalancısı olursak- yaptıkları her şeyin sebebi biziz. Dolayısıyla bu, bizi dünyanın en büyük gücü yapıyor. En büyük değiştirme potansiyeline biz sahibiz. Bizi bastıramazlar, bize kurşun sıkamazlar, bizi dışlayamazlar. Dünyanın en kör tiranı bile bu kadar kör olamaz. Eğer Greta Thunberg ve bizim gibilerin mesajı çağdaşlarımızca işitilirse, dünyanın en büyük eylemlerinin gerçekleşmesi gerekir. Sessiz kalmayan gençlerin katılacağı, tarihin daha önce şahitlik etmediği kalabalıkta eylemler. Böylece yöneticilerin kendileri için değil, bizler için karar aldıklarını onlara hatırlatabiliriz. Aksi takdirde bir şeyleri ancak sizin pozisyonlarınıza yükseldiğimiz zaman değiştirebiliriz ve ne yazık ki bu, kabul edilemeyecek kadar geç bir erteleme olur.
S.İ: Peki, İsveçli 16 yaşında bir lise öğrencisinin, Greta Thunberg’in öncülük ettiği bu eylemin kısa sürede tüm dünyaya yayılmasını nasıl değerlendiriyorsun?
M.C: Bıçak kemiği parçaladıktan sonra, sonunda insanların gözlerinin açıldığını düşünüyorum. Duyarlı yetişkinler olarak bu konudaki payınız yadsınamaz. Gençlerin değişim pervanelerinin dönebilmesi için başlangıç enerjisini böyle etkinliklerde önlerini açarak veriyorsunuz. Kesinlikle takdir edilesi.
S.İ: Son sözün?
M.C: Hayatlarının kışlarındaki insanlar, ömürlerinin başındaki bizler için aldıkları kararlarda dikkatli olmalılar. Her yanlış karar, her yanlış adım çocuklarının alacağı nefesleri ve kalplerimizin atışlarını azaltıyor. Bizi yaşarken öldürüyor. Evimiz olan bu gezegen eşsiz, adeta bize bir hediye. Ona saygısızlık etmeyi, ona zarar vermeyi bırakmamız gerekiyor. Zenginlerin işine pek akıl erdiremem ama, biz sıradan insanların gidecek başka bir yeri yok.
S.İ: Tekrar kutluyorum seni. Hem ilham verici konuşman hem de TED ruhunu kusursuz yansıtan yaklaşımların için.
Şimdi hangi derse giriyorsun?
M.C: Çok teşekkürler sevgili müdürüm, gururum okşandı bu samimi iltifatlarla. Dersimiz Matematik.
S.İ: Sayılar sana uğur getirsin sevgili Mert, iyi dersler…
*: Mert Coşkun’un anılan konuşması:
Ne kadar harika bir dünya!
Yeşil ağaçlar görüyorum, kırmızı güller, mavi bir gök görüyorum ve beyaz bulutlar. Gökkuşağının renkleri, ne kadar da güzeller, tokalaşan dostlar görüyorum ve de ağlayan bebekler. Louis Armstrong, bize bu sözlerle, dünyayı kendi gözlerinden anlatalı tamı tamına 52 sene oldu. Geçen yarım asırda Mars’a keşif aracı, uzaya araba gönderdik. Tanrının belası bir parçacık bulduk, evrenin sırlarını açığa çıkardık. Peki bu on yıllarda dünyamızda ne değişti?
Pek çok canlı türünü yeryüzünden sildik, amfibi ve omurgasızların sayısını yarıya indirdik. Milyonlarca ağacı katlettik. Ve tam şu anda, bazı, hırslarının kör ettiği insanlar sebebiyle dünya tarihindeki 6. Kitlesel yok oluşa emin ve gururlu adımlarla ilerliyoruz.
Medeniyetin bedelinin ne derece ağır olduğunu bilmiyoruz. Evrimin bize sağladığı zihinsel üstünlüğümüzün sorumluluklarının ne derece zorlu olduğunu bilmiyoruz. İhtişamlı metropollerimizin faturasını, her birini inşa etmek için yerlerinden ettiğimiz canlılara çıkarıyoruz. Leşlerimizi, yaktıklarımızı, yıktıklarımızı, bozduklarımızı ve tüm hatalarımızı medeniyet halısının altına süpürüyor, denizlere boşalttığımız atıklar ve ellerimizin arasından kayıp giden ambalajlar gibi, gözümüzün önünden gittiklerinde bir sihirli değnek değmişçesine varoluştan silindiklerini varsayıyoruz. Doğanın bize doğum günümüz için verdiği pastadan her gün, her saat büyük ve küçük parçalar alıyor, bu pastanın bitmemesini umuyoruz.
Siyah, şaibeli bir tondur. Kimilerine göre mutlak soğurulma durumu olduğu için bir renk değilken, kimilerine göreyse ışığın tamamı emildikten sonra pigmentlerin verdiği bir renktir. Siyah, pek çok anlama sahiptir. Acı, keder, ölüm ve daha nicesi. Fakat kola iliştirilen siyah bir bant ise, dünyanın neresine giderseniz, tek bir anlamı simgeleyecektir: Yas. Bugün, bu kürsüye kolumda siyah bir bantla çıkıyor, bu konuşmayı kolumda siyah bir bantla yapıyorum. Peki bu yas, “kimin” için? Soruyu daha doğru bir şekilde soracak olursak, bu yas “ne” için? Bu sorunun cevaplarından utanmalıyız. Sade ben, sade biz değil; tüm insanlar, hep birlikte utanmalıyız. Cevap tek değil, cevap iki, cevap üç, cevap çok. Ben bugün, geleceğimin yasını tutuyorum, torunlarımın yasını tutuyorum, bitkilerin, hayvanların ve envai çeşit yaratığın yasını tutuyorum. Ben bugün, dünyanın yasını tutuyorum. Dünyamız ölüyor. Onunla beraber biz de ölüyoruz. Bu, ölümlerin en ihtişamlısına sebep olan bizleriz. Bizler, ve bizlerin sorumsuzluğu. Görkemli bir doğa olayına şahit oluyoruz, milyar yıllar boyunca eşi benzeri görülmemiş bir yok oluşa şahit oluyoruz. Ölümlerin en görkemlisine şahit oluyoruz. Ölen hayvanlar, ölen bitkiler, ölen doğa, ölen bizleriz. Dünya tarihinde ilk defa bir tür, kendi kendini yok ediyor ve bunu küstahça bir övünçle ve de gururla yapıyor.
Geleceğin camdan evine, tüm umarsızlığımızla fırlatıyoruz elimizdeki sorumsuzluk taşlarını ve de bu imrenilen yapının yıkılmamasını umuyoruz. Kaçınılmaz sonu bilerek yapıyoruz bunu. Seleflerimizin bize geçtiği kaderi haleflerimiz için mühürlüyoruz. Adeta insan ahmaklığının bir simgesi olarak defalarca aynı hataları yaparak farklı sonuçlar bekliyoruz. Yaptıklarımıza bakıyor ve kederleniyoruz. En nihayetinde de unutuyoruz. Ovidius’un yaptığından hallice “iyi yolu görüp takdir etmeyi ama yine de kötü yolu seçmeyi” bırakmalıyız, bırakmalısınız. Zira, Greta Thunberg’ün de dediği gibi; ne sizin bahaneniz kaldı, ne de bizim zamanımız. Faust’ta geçen bir söz şöyledir: “Gerçeklerin gücüyle ben, yaşarken evreni fethettim.”. Siz ise, “endüstrinin gücüyle, yaşarken dünyayı yok ettiniz.”. Hubert Reeves’in bir sözü var: Doğa ile bir savaş halindeyiz, kazanırsak kaybedeceğiz!
İnanın bana, bu uğursuz mücadelenin sonuna yaklaştık. Ve belki de, insanlık tarihinde ilk defa; kaybetmek için bir araya gelip, tüm insanlık olarak çalışmamız gerekiyor.
Dünyaya ihanet ettik. Ne zaman ki biz, insanoğlu olarak kendimizi her şeyin tepesinde konumlandırdık, o zaman kendi dünyamız için bir virüs haline geldik. Beyaz adam, siyah adam, sarı adam; küçük adam, büyük adam, zayıf adam, güçlü adam bu dünyaya ihanet etti. Nehirleri kuruttu, denizleri tüketti, ormanları yedi, havayı kirletti. Fabrikalarıyla, arabalarıyla, bacaları ve klimalarıyla, plastiğiyle ve camıyla bu dünyayı hasta etti.
En nihayetinde dünya, üzerinde varlığını sürdüren tüm canlı organizmalar gibi bir savunma sistemi oluşturdu. Biz bu, doğanın bizim nankörlüklerimize olanca şiddetiyle verdiği cevaba bir isim de verdik tüm küstahlığımızla: Küresel ısınma. Peki aramızda iyi olanlar yok mu? Niyetleri, eylemleri iyi olanlar yok mu? Bu dünyaya değer veren yok mu? Bir şeyleri düzeltmek, geleceği korumak isteyen kimse mi yok? Elbette var. Fakat sayıları az. Dağılmışlar. Sesleri kısık, ve yanlışları var. Dünyayı kurtarmak istiyorlar, ama dünyaları değişsin istemiyorlar. Dünyaları kurtarmak için değiştirmeliyiz. Yanlış olan her şeyi, sapmış olan, eskimiş her şeyi değiştirmeliyiz. Kendimizi değiştirmeliyiz. Tasarruf yapmalıyız; harcadığımızla değil, koruduğumuzla övünmeliyiz. En önemlisi de, seslerimizi yükseltmeliyiz. Sayımız az, koordine değiliz, saklanıyoruz. Ancak bir araya gelirsek kurtuluşumuzun şarkısını bağırarak söyleyebiliriz!
Meine Mitteilung zu den Müttern, Vatern, Arzten, Ingeneuren, Arbeitern, Künstlern, Politikern und Vorlaufen: Kommt zusammen und schreit das Lied der Wiederaufwachnung.
My message is to mothers, fathers, doctors, engineers, workers, artists, politicians and leaders: Come together, and cry the song of awakening.
Mesajım; annelere, babalara, doktorlara, mühendislere, sanatçılara, politikacılara ve liderlere: Bir araya gelin ve uyanışın şarkısını haykırın!